Pat! Pat!




Bir öğlen çiçek pasajı'nda biraya oturmuştum. Öyle birisiyle
dertleşmeye, neşe bulmaya filan değil, hiç bir beklentim olmadan, tek

başıma. Çiçek Pasajı'nın öğleni sıcak olur, bira çekilir bir tek. Hele

tek başına, bomboş zihinle ve beklentisizsen. Ben içtikçe etraf sarhoş
olmaya  başladı. Tek başına içmenin en boktan tarafı budur, etrafın
sarhoşluğu huzursuz eder seni. Huzursuz eder çünkü tokuşturulmayan her
kadeh, tek başınalığına tehdittir. Kalktım, Ağa Camii'ne doğru yürüdüm
sallana sallana. Bir sigara yaktım yolda, biraz rüzgar, biraz ben,
nefes çeke çeke ilerledik.
Aç karnına içilen biranın üzerine en iyi hoşaf gider. Bilinen en eski
menü. Tarih Mezapotamya'da başlar ve bal hoşafının yanında içilen
biralarla yazılmıştır. İstanbul'da hoşafın en iyisini Hacı Abdullah
yapar, Ağa Camii'nin sokağındadır yeri. Turistler patlıcan hoşafına
şaşırır, ama en iyisi şeftalidir. Höpürdeterek içenlerden zerre kadar
zevk  almadığım hoşafı, höpürdete höpürdete içtim. Dışarı çıktım, tam
karşımda ayakkabı boyayan bir çocuk vardı. Hani hepsi birbirine
benzeyen, bıraksalar kürdan gibi kollarıyla dağları devirecek
çocuklardan. "Boya bakalım" dedim, koydum sandukasının üzerine sağ
ayağımı. Niye oradayım, ayakkabım boyanacak ayakkabı bile değil.
Bilmiyorum. Çok ufak, muhtemelen oyun niyetine kendi kendine yaptığı
tahta sandukasının üzerinde işte kocaman ayağım. Hızlı yapıyor işini,
ne yaptığını bilmiyor, istemeden yapıyor. Ne hikayeler vardır kim
bilir dedim. Sandığın yanındaki minik bir çekmece ilişti gözüme,
hikaye duymaya niyetim yoktu ama sessiz de kalmak istemez ya insan
bazen, "Ne saklıyorsun orada?" dedim. "Orası mesai dışı abi" dedi,
kaldırdı kafasını ağzından taşan dişleriyle gülümsedi bana. "Yahu
senin mesain nedir ki dışına birşey atıyorsun?" dedim, kirli
ellerinden biriyle sandukaya vurdu. Pat pat! "Bu mesaim abi" dedi,
daha kirli, beyazı unutmuş, kaldırım rengi boya bezini tutan diğer
eliyle çekmeceyi açtı. Tak, tak! "Bu da mesai dışı abi." dedi. Bana
bakmıyordu bu sefer ağız dolusu gülümsemeyle. Gözleri çekmecenin
içindeki oyuncak helikopterdeydi. Ben de baktım kırık helikoptere.
Mesai dışı helikopter. Muhtemelen adını doğru telafuz edemeyecek
yaştaki boyacı çocukla, bitmeyen bir süre, sessizce baktık
helikoptere. Ben illaki gittim bir yerlere de, o daha uzağa gitti
binip o helikoptere. Yaşamadığı çocukluk muhakkak vardı da, uğrayacağı
yerlerden biri de hiç yaşayamayacağı gençliğiydi belki de. Çocuk öyle
bir sustu ki, sanki bitmesini istemediği mutluluk vardı o çekmecenin
içinde. Çekmece hiç kapanmasın istedim.
Pat! Pat!
"N'oldu!?" der gibi baktım kırış kırış suratına. Kaldırdı kafasını,
"Değiştir abi." dedi gülümseyerek. İndirdim sağ ayağımı, solu uzattım.