Tanrı altıncı günün sonunda yeryüzüne baktı ve insanı yarattı.
İnsan savaştı, üşüdü, yedi, yendi, yenildi, anladı, ağladı ve sonunda durdu.
İnsan durunca yalnız kalmasın diye Tanrı sevgiyi yarattı.
Sevgi, insanın birisiyle birlikteliğinin bilinciydi. Bu bilinç kendi kendimize izole
olmamamızı, bağımsızlığımızdan feragat ederek bilinçlenmemizi sağlamalıydı.
İnsan sevgiyi yanlış yorumladı.
Yalnız kalmamak için değil, özgürlüğünden feragat ederek ne kadar yüce bir
varlık olduğunu kendine kanıtlamak için sevdi insan.
İnsan doğru sevebilsin diye Tanrı aileyi yarattı.
İnsan aileyi yanlış yorumladı.
Sevginin kan bağıyla olacağını zannetti. Oysa kan kanundu. Kanunun olduğu
yerde mantık vardı, mantığın olduğu yerde antlaşma. Ve bütün antlaşmalar
sevgiyi bitiriyordu.
İnsanın sevgiyi ilk hissettiği an, kendine yeterli olmadığını fark ettiği andır. Bu,
kendini bilmektir. Ve Adem’in cennetten atıldığı zamana denk gelir.
Sevgiyi ikinci hissettiği an, kendisini bir başkasının içindeki karaktere ait
olduğunu hissettiği andır. Bu, yetinmektir. Ve Adem’in Havva’ya aşık olduğu
zamana denk gelir.
Aşk bu yüzden en muazzam çelişkidir: kendi kendine yetmemenin
farkındalığıyla yetinebilmek.