86 Kışı




Şişme bir koltuğun üzerinde yerden tavana kadar olan camdan dışarıya bakıyorum. Hiç adetim değildir, salep yapmışım kendime. Kokusunu içime çeke çeke, lapa lapa yağan karı izliyorum. Hiç bir işim, benden beklenilen veya beklentim yok. Zaman yok benim için. 
Aklımda 1986 kışı var. Günlerdir herkesin bahsettiği o kış.
O sene İzmir’de olan birisi anlatıyor, o kadar uzun kar tatili olur muymuş diye İstanbul’luları kıskanmış, işten izin alıp atlamış İstanbul’a gelmiş. Dünyalar güzeli bir kızla tanışmış İstanbul’da, bu sene 27. Evlilik yıldönümleriymiş.
Kardan gelemeyen Hisarüstü otobüsünü beklerken durakta tanıştığım adamın Vosvosu varmış o sene, adı Nadin. O senelerde modaymış vosvoslara isim koymak. Neyse, sabah işe gidecek, sokağa bir çıkmış Nadin yok ortalıkta. Karları elleye elleye bulmuş arabasını, saatlerce küremiş üstündeki karı, kurtarmış Nadin’i. Kardan arabalarını çıkarmayan diğer vatandaşı da hayrına doldurmuş vosvosuna.... vosvosa 6 kişi sığar mıymış...sığarmış. Neyse, bakmış saat öğlene varmış, daha bir arpa boyu yol alamamışlar, sormuş arabadakilere, bu saatten sonra işe gitmeselermiş olur muymuş? Olurmuş. Kırmış emektarın direksiyonunu Bebek Parkı’na. 6 tane takım elbiseli adam, 6 şişe kırmızı şarap alıp parkta oturup içmişler lapa lapa karın altında. O zamanlar buralar öyleymiş...Yıllar sonra Nadin’i adamlardan birine satmış, altısı da hala görüşürlermiş.
Bizim binanın kapısındaki güvenlik o kış 7 yaşında bile yokmuş. Evden adımını atmasıyla boynuna kadar kara gömülmüş, basmış çığlığı. Biri 4, biri 11 yaş büyük abileri tutmuş kollarından çekip kurtarmışlar...Hep beraber doya doya gülmüşler, en büyük abiden de büyük kardanadam yapmışlar. Ortanca abi 4 yıl sonra vefat etmiş. Güvenliğin dediğine göre o kış kartopu oynarken merhumun attığı kahkahalar hala kulağında çınlarmış.
Trakyalı taksi şöförü memleketteymiş 86 kışında. O sene toprak o kadar donmuş, soğuk öyle bir işlemiş ki tarlalara, Ağustos ayında karpuz kavun dalından soğuk toplanırmış. O yıl bitmeden gelmiş İstanbul’a, bir daha da dönmemiş memlekete, o senenin mahsulünün tadına da bir daha hiçbir yerde denk gelmemiş.
İzmirli’ye, Nadin’in sahibine, güvenliğe, Trakyalı şöföre “peki” deseydim, “Yarın bizi ne bekler?” diye sorsaydım, “Kısmet” derlerdi gülümseyerek.
Sanki geçmişe güzel şeyler sığdıran insanlar geleceği çok fazla takmıyorlar kafalarına. Umursamıyor değiller, güzel ve aydınlık günlerden eminlermiş gibi bugünü yaşıyorlar.

Sonuçta bugün varsak, yaşadığımız hikayeler kadar varız.