Suyun Öte Tarafı



Beraber büyümemişlerdi. Ama ikisi de büyüdü.
Bir sonbahar biri mutfak tezgahının üzerinde çiğ kestaneleri görünce anlamıştı büyüdüğünü, diğeri daha sık ve daha uzun düşünürken bulmuştu kendisini.

Birbirlerine ihtiyaçları vardı. Ama birbirlerini tanımıyorlardı.
Öyle bir mevsimdi ki ikisinin de ayrı yerde girdiği, yalnız kaldıklarında düşünceleriyle baş başa kalmak ikisinin de canını sıkıyordu.
Biri canı sıkıldığı için yanında başkasını istemişti, diğeri başkası olmayı beklemekten canını sıkmıştı.

İkisinin de yaşadığı yeri çok eski bir su ayırırdı.
Su iki coğrafyayı bir kere ayırmış, üzerinde yaşayanlar her gün bin kere koparmıştı kendilerini karşı kıyıdan.
Suyun diğer tarafına geçmeyi başarının önce su kenarından uzağa gitmesi, karşı kıyıdan kendisini saklaması gerekirdi.
Diyelim saklayabildi, diğer tarafta onu görecek birine ihtiyacı vardı.
Hadi buldu diyelim, diğerine selam verebilmesi gerekirdi.
Diğeri hiç alamazdı selamını, çünkü ayrı dili konuşurlardı.
Suyun iki yakasındakiler zamanla birbirlerinden o kadar uzaklaşmışlardı ki, biri gündoğumuna biri günbatımına bakar, sanki aynı gökyüzünün altında değillermiş gibi avuçlarını farklı taraflara açar olmuşlardı. Sonunda apayrı dilleri konuşur bulmuşlardı kendilerini.

İlk öğrettiği ‘merhaba’ olmuştu birinin diğerine. Elini uzattığı zaman anladı diğeri merhaba demeye çalıştığını.
Daha sonra bir tiyatro sahnesi gibi kendini tanıtmıştı; ben’i öğretti, sonra sen’i anladı.
Bir haziran akşamüstü biri diğerinin nemli avuçlarını ve alnını görünce anladı ‘utanıyorum’ dediğini.
Biri aynı haziran akşamı ilk defa şerefe demeyi öğretti bembeyaz örtülü, çinili bir meyhanenin üst katında.

Haziran sonunda en sevdiği içkiyi tarif etti biri, suya uzak tepelerden birindeki ağacın altında sabrı öğretti diğeri.
İkisi de hararetli içki masalarında ağlıyordu. Biri içtikçe, diğeri istediği kadar içemiyor diye.

Biri merakı ‘vardığında bana haber ver’ diyerek öğretti. Diğeri onu geceyarısı olmadan karşı kıyıya uğurlarken sandalcının gözlerinin içine bakarak belli etti merakını.

Ertesi sabah daha da erken buluştular.

Bir zaman geçtikten sonra, yan yana uzanırlarken ‘Ben hep birilerini bekledim, ama hep yanlış yerdeymişim’ dedi biri. O günden sonra sofraya ne zaman başbaşa otursalar yanyana çektiler sandalyelerini.

Bu gece suyun kıyısına kurmuşlardı masalarını. Suyun öte tarafına ‘biz’i öğretmek için beraber nefes alıp veriyorlardı sarıldıklarında.