Mektup




Sevgili Julia;

Biliyorum beni bekliyorsun. Biliyorum bana ihtiyacın var. Beni bekleme. Ben gelmeyeceğim artık.

Sen beni, dışardakiler bizi anlamadı. Ben sen değilim. Biz aynı bedene hapsedilmek zorunda bırakılan iki kimliğiz ve bu zorundalık yordu artık beni. Hiç bir hikaye böylesine bir yorgunlukla ilerleyemez. Hikayemizde yorgunluk, geçmişimizde hayal kırıklıkları var. Bu hayal kırıklıklarıyla sorun çözme değil, sorun yaratma kabiliyetimiz oldu.

Bana ihtiyacın olduğunu kim, neden karar verdi bilmiyorum. Sanırım bir korku. Benim girebileceğim sokaklar vardı senin etrafından dolaşmak zorunda olduğun, benim bağırabileceğim kelimelere sen kulaklarını kapatmak zorundaydın, senin bir aksanın vardı benim hiç alışamadığım. Bu birliktelik yıkıcı oldu sanki değil mi?

Ağır gelmesin bu sözlerim sana. Kendine bir sor, her sabah aynaya baktığında beni mi görüyorsun, kendini mi? Hiç omuz omuza bizi görebildin mi o yansımada, yoksa aksimizde bana suratını mı çeviriyorsun? İşte bu düşünceler git gide yıktı beni. Birbirini düşünmenin temel düşünüş biçimi olması gerekirken, ayrı tutulmak zorunda bırakıldık. En baştan tek nüfus kağıdı bahşetmişler bize. Önce benim adım, sonra senin. En sonunda ikimizin soyu. Halbuki biz aynı soydan olmaktan öteyiz. Senin azınlığının benim yalancı çoğunluğuma ihtiyacı olmaması gerek. Benim tek görevimin kem gözlere siper olan bir kimlik olmaması lazım. Ben senim zaten, sen de ben. Bu ayrılık, bu yalancılık çok yordu artık beni. Benden önce annenin okuldaki, babanın askerlikteki isimleri belki de isyan etmedi ama ben artık sadece seni sıkıştığın anlarda kurtaracak isim olmak değil, bir olmak istiyorum.

Sakın yanlış anlama, isyanım aynı bedene iki kimlik sokmaya çalışan babamıza değil -babamız diyorum bozulmuyorsun değil mi?- Kırgınlığım bizi bu mecburiyete sokan bütün tek isimlilere. Tek isimliler kulağa komik geliyor belki ama komik olmayan onların etraflarına çizdikleri çember. Tarih boyunca tek isimlilerin, tek milletlilerin, tek bayraklıların, tek tanrılıların etraflarına çizdikleri çember. Sevdiğimiz şarkının da dediği gibi, ya içinde ya da dışında olmak zorunda bırakıldığın o çember. Onların çemberine girebilmek için bana, senin çemberinde kalabilmen için kendi ismine ihtiyacın oldu her zaman.

Ben yokum artık. İnan bana çok daha iyi böylesi, 60 yıldan fazladır biraz kendin biraz ben olma çabası yormadı mı seni? Beni sadece isim olmak bile yordu, etten kemikten olan senin hissettiğin ağırlığı düşünemiyorum bile. Benim artık olmamam yalnız başına kalman demek değil. Artık sen birsin. Tek kafa, tek kimliksin. En azından ben öyle olmanı diliyorum.

Lütfen daha fazla bekleme beni, zamanın gövde gösterisine yenik düşmüş olursun sadece. Ben gelmeyeceğim artık. Doya doya yaşa kendi ismini, kendi kimliğini.

Bana ihtiyacın olmadığı bir dünya diliyorum.

Sevgiler,

Hülya.