Naftalin ve nem kokan bodrum katında saatlerdir
oturuyordu. Canı çok sıkkındı. Yerin altındaydı ve üst kattan çılgın
eğlencenin, çalgının, çenginin boğuk boğuk sesi geliyordu.
Uzak eğlenceye doğru uzanan oniki basamağın
başındaki kapı açıldı. İçeriye pus, ılık bir rüzgar bir de çok yaşlı ve çok
zayıf bir adam girdi.
Yaşlı adam üç basamağı ağır ağır indiğinde
karşısında buldu diğerini.
“Az biraz ön tarafta dursana.” dedi yaşlı
olan.
Yerin altının tam aksine yukarıda cümbüş
vardı. İncelmiş cam bardaklar şerbetle doluyor, domino taşları şakırdıyor,
amber tespihler dönüyor, nargileler fokurduyordu.
Silme dumana boğulmuştu etraf.
Aynı dört yıl önce yolcusu olduğu ME1516 sefer
sayılı uçağın kabini gibi.
O kazadan kurtulan iki kişiden biriydi ama hiçbir
zaman kazanmış gibi hissedemedi kendini. Başına böyle bir hadise gelmese
bilmeyecekti uçağın sefer sayısının ME1516 olduğunu. Sıkıcı bir hayatı yoktu
ama o günden sonra da hayatı hiç değişmemişti.
Yaşlı adam elindeki çay bardağına baktı,
suratındaki ifadeyle “Niyetli değil misin?” diye sordu.
“Ağustos’ta oruç zor oluyor” dedi genç adam.
“Sen daha dur, bu benim ikinci Ağustos’um”
dedi yaşlı adam dile gelebilecek en duygusuz şekilde.
Bu mücadeleden de yenik ayrıldı kazazede.
Yaşlı adam dükkanın kapısının bir adım önüne
bıraktı onu. Aklına bir anda çocukluğunda dinlediği Simurg masalı geldi genç
olanın. Kaf Dağı’nın ardında yaşayan kuşların sultanı Simurg. Bir yolculuk
masalıydı bu. Bütün kuşların sultanlarını aramak için çıktığı yolculuğun
masalı. Yol boyunca kuşların kimisinin aşk denizine dalıp boğulduğu, kimisinin
hırs ovasına saplandığı, bazısının kıskançlık gölüne saptığı yolculuk.
Rivayete göre yolculuğun sonunda sadece otuz
kuş varabilir Kaf Dağı’nın ardına. Sultanları Simurg yoktur ortada ama
kelimeler vardır. Si-, yani otuz. -Ömürg, yani kuş. Otuz kuş anlar ki,
aradıkları sultan kendileridir. Ve gerçek yolculuk, kendine yapılan
yolculuktur.
Simurg’un tüyünü elinde tutan, ihtiyacı olunca
yakıp kuşların sultanını çağırabilirdi. Simurg gözyaşlarıyla bütün yaraları
kapatır, her derde deva olur, bütün acıları dindirirdi. Çocukluğunda dinlediği masal
kahramanlarının korkusuzluğu ellerinde tuttukları bu tüyden gelirdi. Ölüm bile
bir son değildi onlar için artık.
O da ölümden korkmuyordu kazadan beri. “Ne de
olsa her gün hazırlanıyormuşuz ölüme” diye düşündü.
ME1516 yolcusu olduğu o gün geleceği görmüş,
geri dönmüş ama yine de farklı yaşamamıştı.
Çok temiz kalpli biriydi, ikinci Ağustos’u
görmek umurunda değildi. O kazadan sonra hiçbir zaman haklı çıkmaya çalışmadı, sadece
mutlu olmayı öğrendi.
Diğer kurtulanı merak etti, sonra canı bir çay
daha çekti.