13 B






Naftalin ve nem kokan bodrum katında saatlerdir oturuyordu. Canı çok sıkkındı. Yerin altındaydı ve üst kattan çılgın eğlencenin, çalgının, çenginin boğuk boğuk sesi geliyordu.
Uzak eğlenceye doğru uzanan oniki basamağın başındaki kapı açıldı. İçeriye pus, ılık bir rüzgar bir de çok yaşlı ve çok zayıf bir adam girdi.
Yaşlı adam üç basamağı ağır ağır indiğinde karşısında buldu diğerini.
“Az biraz ön tarafta dursana.” dedi yaşlı olan.
Yerin altının tam aksine yukarıda cümbüş vardı. İncelmiş cam bardaklar şerbetle doluyor, domino taşları şakırdıyor, amber tespihler dönüyor, nargileler fokurduyordu.
Silme dumana boğulmuştu etraf.
Aynı dört yıl önce yolcusu olduğu ME1516 sefer sayılı uçağın kabini gibi.
O kazadan kurtulan iki kişiden biriydi ama hiçbir zaman kazanmış gibi hissedemedi kendini. Başına böyle bir hadise gelmese bilmeyecekti uçağın sefer sayısının ME1516 olduğunu. Sıkıcı bir hayatı yoktu ama o günden sonra da hayatı hiç değişmemişti.
Yaşlı adam elindeki çay bardağına baktı, suratındaki ifadeyle “Niyetli değil misin?” diye sordu.
“Ağustos’ta oruç zor oluyor” dedi genç adam.
“Sen daha dur, bu benim ikinci Ağustos’um” dedi yaşlı adam dile gelebilecek en duygusuz şekilde.
Bu mücadeleden de yenik ayrıldı kazazede.

Yaşlı adam dükkanın kapısının bir adım önüne bıraktı onu. Aklına bir anda çocukluğunda dinlediği Simurg masalı geldi genç olanın. Kaf Dağı’nın ardında yaşayan kuşların sultanı Simurg. Bir yolculuk masalıydı bu. Bütün kuşların sultanlarını aramak için çıktığı yolculuğun masalı. Yol boyunca kuşların kimisinin aşk denizine dalıp boğulduğu, kimisinin hırs ovasına saplandığı, bazısının kıskançlık gölüne saptığı yolculuk.
Rivayete göre yolculuğun sonunda sadece otuz kuş varabilir Kaf Dağı’nın ardına. Sultanları Simurg yoktur ortada ama kelimeler vardır. Si-, yani otuz. -Ömürg, yani kuş. Otuz kuş anlar ki, aradıkları sultan kendileridir. Ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.
Simurg’un tüyünü elinde tutan, ihtiyacı olunca yakıp kuşların sultanını çağırabilirdi. Simurg gözyaşlarıyla bütün yaraları kapatır, her derde deva olur, bütün acıları dindirirdi. Çocukluğunda dinlediği masal kahramanlarının korkusuzluğu ellerinde tuttukları bu tüyden gelirdi. Ölüm bile bir son değildi onlar için artık.
O da ölümden korkmuyordu kazadan beri. “Ne de olsa her gün hazırlanıyormuşuz ölüme” diye düşündü.
ME1516 yolcusu olduğu o gün geleceği görmüş, geri dönmüş ama yine de farklı yaşamamıştı.
Çok temiz kalpli biriydi, ikinci Ağustos’u görmek umurunda değildi. O kazadan sonra hiçbir zaman haklı çıkmaya çalışmadı, sadece mutlu olmayı öğrendi.
Diğer kurtulanı merak etti, sonra canı bir çay daha çekti. 



Dua






Okaliptüs, sıtma ağacı diye geçer bizim oralarda.
Yıllar sonra neden diye sorduğumda,
Bataklık kurutur ondandır dediler.

Ziraat mektebinde öğrendim neden kuruttuğunu bataklıkları.
Beslenmesi için boyu kere boyu suya ihtiyacı oluyormuş.
Olgunlarının da boyu fersah fersah hani.

İçleri hep sivrisinek dolu olurdu.
Ağaç bataklığın suyunu emip tüketince,
Sivrisinekler de ağacın nemli kovuklarına taşınırdı.

Annem kızardı ağaçların etrafında oynadığımızda.
Korkardı sivrisineklerden. Babasını sıtmaya vermiş.
Biz de bayılırdık yapraklarını şeker niyetine emmeye,
Dilimizi uyuşturur, damağımızı gıdıklardı.
Nedeni kininmiş.
Kinin sıtmanın ilacı,
Ağaç sivrisineğin yuvası.


Bu hikayeyi duydum duyalı geceleri dua ettiğimde,
-ki ara sıra ederim-
Sadece kendimden niyaz ederim.