Bahar




İlk defa altı yaşında doya doya bakabilmişti kendine.
Köye bahar zamanı tozlu otobüslerle tertemiz turistler gelirdi hep. Adı sanı belli
olmayan oyun arkadaşlarıyla yorgun otobüslerden inen heyecanlı turistlerin
etrafına üşüşürlerdi. Kocaman mavi gözlü turistlerin etrafında kara kuru düzinelerce
çocuklardan biri olurdu.
Beş yaşındayken turistlerden birine elindeki küçük kağıt parçasını uzatarak “Foto
adres! foto adres!” diye bağırmıştı. Rehberleri sağolsun, konuya hakim turist fotoğraf
makinesini çıkartıp fotoğrafını çekmiş, kağıt parçasını alıp kendi cebine koymuştu.
Bir sene sonra altı yaşına bastığında sonunda getirmişti postacı zarfı. Heyecanla
yırtıp açtı, içinden kendi fotoğrafını çıkardı. Ne kadar hayret etmişti, ilk defa o zaman
doya doya bakabilmişti kendine. İki göz evlerinin arka bahçesindeki sedire uzanmış,
kendini seyretmişti doya doya.
Köy mektebinden 9 yaşında alındığı zaman “Oh” demişti, “Bundan sonrası hep tatil.”
Hiç bakamadı güneşin doğuşuyla çekip çıkartıldığı dağınık yatağına doya doya. Güneş
batarken tarladan bitmiş şekilde döndüğünde, yatak hep toplanmış olurdu.
Hiç doya doya bakamamıştı ilk defa evlendiği gün köy meydanında gördüğü karısının
duvağın arkasına saklanmış utangaç yüzüne.
Başlık parası için fazladan istedikleri iki öküz yüzünden dünyaya küsen anasının elini
doya doya öpememişti. Tarlada yıllarca güneşin altında güttüğü o öküzleri doya doya
hiçbir zaman sevememişti.
Doya doya sevdirememişti babasına ilk kız evladını, doya doya helalleşememişti en
büyük oğlu askere giderken, doya doya “Vatan sağolsun” diyememişti ortancası
askerden döndüğünde.
6 yaşında kendine doya doya bakan çocuğun uzandığı sedire bakıyordu şimdi o
tepeden.
Bir türkü tuttururdu doya doya uzaklara bakarken,
“Bahar geldi kendimi seçtim,
Kuşlar uçtu kendimi aştım.”